selamün aleyküm hocam. cuma hakkında birkaç sorum olacaktı: cuma namazı bir tek camidemi kılınması lazım, zuhur ahir kılınması gereklimi, kılacaksak ezan kamet ve üçüncü dördüncü rekatlarında zammı sure okuyacak mıyız, iç ezan okunurken müezzinin okuduğu ezanı tekraryabilirmiyiz bir sakıncası varmı, hatip hutbede peygamber efendimizin ismini söylediğinde salavat getirecek miyiz? cihan şamil beşiroğlu - istanbul
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Bilindiği gibi Asr-ı Saâdet’te cuma namazı tek mescitte kılınıyor, geç kalanların ikinci- üçüncü cemaat yapmalarına müsaade edilmiyordu. Hulefa-i Râşidîn devrinde de bu usul aynen devam etti. Hz. Ömer (r.anhum) döneminde fetihler yapılıp şehirler çoğalmasına rağmen, birden fazla camide cuma kılınmasına izin verilmedi. Valilere yazılan mektuplarda, Cuma namazının tek mescitte kılınması emredildi.
Emevîlerle Abbâsîlerin ilk yıllarında bu vaziyet aynen devam etti. Cumanın birden fazla –mescitte-camide kılınması, Hatîb-i Bağdadî ve İbn Hacer’in (rahımehumallah) bildirdiklerine göre, İmam Şâfiî’nin (rh.) vefatından 76 yıl sonrasına rastlamaktadır. Ancak İmam Şâfiî hazretlerinin, hayatta iken Bağdat’ta bu duruma şahit olup itiraz etmemiş olduğu da eserlerde belirtilmektedir.
Cuma namazının pek çok hikmetinden birisi de, Müslümanların birlik ve beraberliklerini temin etmek, birbirleriyle olan bağlarını daha da kuvvetlendirmektir. Bu hikmetten dolayıdır ki, İslâm’ın ilk devirlerindeki ulemâ, Müslümanların ayrı-ayrı câmilerde cuma namazı kılmalarına râzı olmamış; bulundukları yerleşim merkezinde birden fazla cami bulunsa da cuma namazını bütün Müslümanların tek câmide kılmalarını istemişlerdir.
Ancak, aradan geçen zamanla Müslümanların sayısı arttı... Yerleşim merkezlerinin nüfusu kalabalıklaştı. Neticede bir köy-kasaba veya şehirde bulunan Müslümanların bir câmide cuma namazı kılmaları imkânsız hâle geldi. Müslümanlar ayrı yerleşim merkezinde de yaşasalar, muhtelif câmilerde kılmak zorunda kaldılar.
Bu durum âlimler arasında farklı içtihadlara sebep oldu. Bazı âlimler, aynı şehirde değişik yerlerde cuma namazının kılınamayacağını, “Bir şehirde iki veya daha fazla yerde cuma namazı kılınmış ise, iftitah tekbirini önce getiren cemaatin cuması geçerlidir” ifadeleriyle belirtmişlerdir. [Şeyh Hasan el-Vefâî eş-Şürunbülâlî, el-Miftâh Şerhu Nûru’l-İzah, s. 98]
Fakat İmam Muhammed (rh.), bir rivâyete göre İmam-ı Âzam’ın (rh.) hazretlerinin görüşlerinden hareket eden daha sonraki ulemâdan İmam Serahsî (rh.) başta olmak üzere birçok âlim, Cuma namazının bir şehirde bulunan her câmide kılınabileceğine dâir fetva vermişlerdir. [Hey’et, el-Fetâva’l-Hindiyye, 1, 145]
Meselâ İmam Serahsî hazretleri şöyle der: “Ebû Hanife’nin mezhebinden sahih rivâyete göre, bir şehrin bir veya daha fazla mescidinde cuma namazını kılmak câizdir. Biz bununla amel ederiz.”
İbn Âbidîn’in (rh.) bu husustaki görüşü de şöyledir: “Cuma namazının muhakkak surette, sadece bir yerde kılınması lâzımdır denilirse, bunda açık güçlük vardır. Çünkü bu durumda cumaya gelenlerin pek çoğunun uzun yol yürümesini gerektirir. Halbuki, çeşitli yerlerde cuma namazının kılınamayacağına dâir delil yoktur. Bilâkis zaruret meselesi böyle bir şartın bulunmamasını gerektirir. Hususan şehir büyük olursa, böyle bir şart bahis mevzuu olamaz.” [İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, 1, 541]
Diğer taraftan, bu içtihadî bir mesele olduğundan, yukarıdı da belirttiğimiz üzre, İmam Şâfiî hazretleri Bağdat’da birden fazla câmide cuma namazının kılındığını gördüğü hâlde buna itiraz etmemiştir.
Evet, tek bir câmide cuma namazı kılmanın mümkün olmadığını, farklı câmilerde de cuma namazı kılmanın câiz olduğunu söyleyen âlimlerin görüşü daha ağırlıktadır. Zâten fetvâ da bu görüşe göredir. Günümüz Müslümanları olarak bizler, bu fetvaya göre amel etmekteyiz.
Hâsılı, şehirler gelişip halkın bir araya gelmesi zorlaşınca her şehirde bir kaç cuma namazı kılınmağa başlandı ve şimdiye kadar böyle devam etti. Hanefî mezhebinde râcih kavle göre, ihtiyaç da olmazsa her şehirde ve kasabada müteaddit yerlerde cuma namazının kılınmasında beis yoktur.
Buna göre, esas itibariyle cuma namazından sonra ayrıca zuhr-i ahîr (dikkat: zuhr-i âhir değil) niyetiyle bir namazın kılınmasının gerekli olmadığını söyleyenler olsa da, bu husustaki içtihad farklılığı göz önüne alınarak kılınmasının ihtiyata daha muvafık olduğu aşikârdır. Bin yıldan fazla bir süredir de Müslümanlar arasındaki umumi uygulama bu yöndedir. Detaylı bilgi için Tahiru’l-Mevlevî’nin ‘Müslümanlıkta İbadet Tarihi’ isimli eserine bakılabilir. Hadis-i şerifte de, “Şüphelerden sakınan kişi, dininin şerefini korumuş olur" buyrulmuştur. [Bkz. Buhârî, Sahih, İman, 39; Büyû‘ 2; Müslim, Sahih, Müsâkat, 107, 108]
Buna da şöyle niyet edilmektedir:
Kalben, “Niyet ettim zuhr-i ahîr namazını kılmaya” veya “Vaktinde yetişip henüz üzerimden düşmeyen son öğle namazını kılmaya niyet ettim” denilir.
Bu namaz öğle namazının farzı gibi de, dört rek’âtlık sünneti (nâfile) gibi de kılınabilir. Yani son 3 ve 4’üncü rek’atlerinde zamm-ı sure (veya ayet) okumamak da okumak da caizdir, fakat okumak efdâldir. [Bkz. Bilmen, Ö.N., Büyük İslam İlmihali, Bilmen Yayınevi, İst., 1966, s. 164, md. 196/6] Üzerinde kaza namazı olsun veya olmasın, ihtiyâta uygun olan hüküm budur. Bunun kılınmasının esbâb-ı mûcibesi (gerekçesi) ise şudur: Şayet cuma namazı sahih olmamış ise, bu dört rek’ât ile o günün öğle namazı kılınmış olur, yoksa nâfile olmuş olur. O bakımdan "zuhr-i ahîr" namazını terketmektense kılmak, evlâ ve ihtiyâta uygun bir hareket olur. [Bkz. Bilmen, Ö.N., a.g.e. aynı s. Ve aynı md. 196/6]
Zuhr-i ahîr ile ilgili bir fetvâ: "Cuma namazının farzını kılınca zuhr-ı ahîr için kaamet getirmek lazım olmaz." [Abdurrahim Fetvâları, Hulâsatü’l-Ecvibe, 1/14]
Hutbe ile alakalı iki soru ve cevapları:
Soru 1: Hatip minbere çıktıktan sonra, okunan ezan sırasında, cemaatin müezzinin okuduğu ezan lâfızlarına icabette bulunmasında bir mahzur var mı?
Cevap: Hatip minberde iken memnu olan konuşmadan ezana icabet ve tesbih gibi uhrevi kelâmlar hariç ise de, bunların cevazı hutbeye başlamazdan önceki zamana mahsustur. Hutbeye başladıktan sonra kelâmın her çeşidi haram olur. Namazda haram olan her şey, hutbe sırasında da haramdır. İyilikleri emir ve kötülüklerden men etme nev'inden bile olsa konuşma ve hatta selâm alıp verme caiz olmaz. O sırada cemaatin emrolundukları şey, sükuneti muhafaza edip hutbeyi dinlemektir.
Soru 2: Hatip, hutbe irad ettiği sırada Peygamber Efendimiz (sav)'in ismini anacak olsa cemaat Salavat-ı Şerife okuyacak mı?
Cevap: Bunu diliyle okuyarak değil, içinden geçirmek suretiyle yerine getirir. Yani Salât ü Selâmı kalbinin diliyle ifa eder. [Bkz. Mehmed Emre, Zamanımız Meselelerine Fetvâlar]
Mesele hakkında geniş bilgi için ayrıca bkz.
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/808-cuma-hutbesi-hakkinda-malumat.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/2366-hutbede-hulefa-i-rasidin-in-zikri.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/826-hutbelerde-hulefa-i-rasidin-in-anilmasi.html