Halis ECE Hoca Efendi, 24 Kasım 2018 tarihinde vefât etmiştir. Karacaahmet Mezarlığı, 5.Ada kısmına defnedilmiştir. Cenâb-ı Hakk mekânını cennet eylesin. Geride kalanlarına da, sabr-ı cemîl ihsân eylesin.
Not: Siteye soru gönderme işlemi kaldırılmıştır. Arşiv niteliğindeki yazılarından ve soru-cevaplarından istifâde edilmesi temennîsiyle...
“Sahib-i tertib”; görüldüğü üzere iki kelimeden mürekkep bir tabirdir. Manası; tertibe uyan kimse, tertip ehli, düzen sahibi kişi demektir.
Bu terkibin kelime be kelime tahliline gelince… “Sahib”, malum olduğu üzere lûgatte, bir şey üzerinde tasarruf veya mülkiyet hakkı olan, mâlik bulunan demektir. “Tertib” de; tanzim etmek, dizmek, sıralamak ve düzene koymak, tedârik edip hazır hale getirmek, bir şeyi bir yere sâbit ve dâîmî kılmak, mertebelere göre davranmak, hile ve aldatmak manalarına gelmektedir. Dolayısiyle hedeflenen bir neticenin meydana gelmesi için lâzım olan sebeplerin sıralarına göre tanzim edilmesi… Bir neticeye varmak için sırasına riâyet edilmesi gereken sebepler de, tertibin tadifine girmektedir.
Sahib-i tertip / ehl-i tertib / ehl-i düzen, yukarda anılan fiilleri yapan kimselere, yani tertibe riâyet edenlere verilen isimdir. Ancak asıl mevzu, bu tabirin ıstılâhî yönüdür.
Fıkıh ıstılâhı olarak "sahib-i tertîb", farz olan beş vakit namazı, ara vermeden vaktinde ve muntazam olarak edâ edenler hakkında kullanılan bir tabirdir. Bu duruma göre, üzerinde beş vakitten az veya en çok beş vakit kaza namazı olan kimse "sahib-i tertîb" sayılır. Üzerindeki kaza namazı altı vakti bulan kişi ise, "sahib-i tertîb" olmaktan çıkar.
Hanefî mezhebine göre, "sahib-i tertîb" sayılan bir kimsenin, kazaya kalmış namazları arasında ve kazâ namazıyla vakit namazları arasında tertîbe riâyet etmesi gerekir. Kaza namazını kılmadan vakit namazını kılması câiz değildir. Aynı şekilde öğlenin kazaya kalmış namazını, sabahın kazaya kalmış namazından önce de kılamaz.
Kazaya kalan namazlar az olur, bu namazlar hatırda bulunur ve vakti çıkmamış olan namazın vakti daralmış olmaz ise kazaya kalmış namazları, edade olduğu sıra üzerine kaza etmek gerekir. Rasûlullah Efendimiz'in (s.a.v.) ve ashab-ı kiramın (r.anhum), Hendek harbinde öğle, ikindi ve akşam namazları kazaya kaldığında, gece bir müddet geçince Efendimiz (s.a.v.), Bilâl-i Habeşî’ye (r.a.) ezan okumasını emrettiler. Hz. Bilâl (r.a.) ezan okuyup ikamet edince, Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) ve ashab cemaat olarak önce öğle, sonra ikindi ve onu takiben akşam namazlarını kaza etmişlerdi. Sonra da o vaktin namazını yani yatsıyı eda ettiler.
Üzerinde altı vakitten az kazâ namazı bulunan kimse, vaktin farzını edâ ederken bunu hatırlarsa, kılmış olduğu vakit namazı geçici olarak bozulmuş olur. İkinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci vakit namazlarını da bu şekilde, kaza namazlarını hatırladığı halde kılar ve hiç birini iâde etmezse, beşinci vakti kılmakla bütün namazları sahih olur. Çünkü namazdaki bozulma mevkûfen (geçici olarak) duruyordu. Beşinci vakte kadar böyle mevkûf olarak bulundurulur ve beşinci vaktin farzı kılınırsa, hepsi de sahih olmuş ve sahib-i tertiblikten çıkmış olur. Beşinci vakti edadan evvel kaza namazını kılacak olsa, bundan önce kılmış olduğu dört vakit namazı nâfileye dönüşür, sahib-i tertibliği devam eder, böylece onların tamamını kazâ etmesi gerekir.
Tertib, şu üç sebeple bozulur:
(1) Kazaya kalan namazlar (vitir namazı hariç) beş vakti aşarsa…
(2) Vakit, ancak hazır namazı kılacak kadar daralırsa… Yani kaza namazı ile vakit namazı arasında tertibe uyup sırayla kılamayacak kadar vaktin dar ve müsait olmaması… Bu halde önce vaktin namazı kılınır. Tertip de bozulmuş olur.
(3) Vakit namazı edâ edilirken kazâ namazı unutulup hatırlanmazsa…
Üzerindeki kaza namazları sayısını beş veya beşten daha aşağı bir sayıya indiren kimse, bir görüşe göre tekrar "sahib-i tertîb"den sayılır. [Bkz. el-Merginânî, el-Hidâye, 1. Cüz., Bâbü Kazâi'l-Fevâit; Bilmen, Ö. N., Büyüt İslâm İlmihali, Edâ ile Kazanın Mahiyeti ve Kaza Namazları Bahsi, Bilmen yayınevi, 1966, s. 180] Başka bir görüşe göre ise, sahib-i tertib sayılmaz. Çünkü ‘sakıt olan geri gelmez.’ O kimse, kaza namazının sayısını altı vakte çıkardığı zaman sahibi tertiplik onun üzerinden düşer ve bir daha geri gelmez. [Bkz.Mehmed Emre, Çağımız ve Günümüz Meseleliren Fetvalar, Kaza namazları bahsi, soru: 15]
Kazaya kalan namazlar az olur, bu namazlar hatırda bulunur ve vakti çıkmamış olan namazın vakti daralmış olmaz ise kazaya kalmış namazları, edade olduğu sıra üzerine kaza etmek gerekir. Rasûlullah Efendimiz'in (s.a.v.) ve ashab-ı kiramın (r.anhum), Hendek harbinde öğle, ikindi ve akşam namazları kazaya kaldığında, gece bir müddet geçince Efendimiz (s.a.v.), Bilâl-i Habeşî’ye (r.a.) ezan okumasını emrettiler. Hz. Bilâl (r.a.) ezan okuyup ikamet edince, Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) ve ashab cemaat olarak önce öğle, sonra ikindi ve onu takiben akşam namazlarını kaza etmişlerdi.
***
Büyük İslam İlmihali’nde sahib-i tertible alakalı maddeleri aşağıya aynen iktibas ediyoruz.
Bir kimsenin namazı kazaya kalınca bakılır; Eğer o kimse tertip sahibi ise, bu kaza namazı ile vakit namazları arasında sırayı gözetmek gerekir. Tertib sahibi değilse, bu namazı kaza etmeden diğer namazları kılabilir.
Bir kimsenin tertib sahibi sayılabilmesi için, en az altı vakit namazı kazaya kalmamış olmalıdır. Altı vakit namaz kazaya kaldı mı, tertib sahibi olmaktan çıkar; artık onun ne kaza namazları arasında ve ne de kaza namazları ile vakit namazları arasında sırayı gözetmesi gerekmez.
Kazaya kalmış namazlarda eskiye ve yeniye gelince, bunlar iki kısımdır. Yakın zamanda kazaya kalanlar altı vakte ulaşınca, ittifakla sıra gözetme gereğini kaldırır. Evvelce kaçırılmış bulunan (eski) namazlara gelince, bunlar da altı vakte ulaşmışsa, geçerli kabul edilen fetvaya göre sıra gözetmenin gereğini kaldırır.
Mesela: Bir kimse, vaktiyle bir ay namaz kılmayıp sonradan bunları kaza etmeden vakit namazlarını devamlı olarak kılmaya başlamışken tekrar bir vakit namazını kazaya bırakacak olsa, bu son namazını hatırladığı halde onu kaza etmeden vakit namazını kılabilir. Böyle bir kimse, geçmişteki kaza namazlarını tamamen kılmadıkça tertib sahibi olamaz. Sahih olan görüş budur.
Tertib sahibi olan zat, bir farz namazını veya İmamı Azam'a göre vacib olan bir namazı özürsüz yere veya hayız ve nifas gibi namazı düşürecek bir nitelikte olmayan bir özürden dolayı vaktinde kılmamış olsa, bu namazı, ilk vakit namazından önce kaza etmesi gerekir. Çünkü gerek kaçırılan namazların arasında ve gerek bunlar ile vakit namazları arasında sırayı gözetmek esasen şarttır. Ancak kazaya kalan namaz unutulup sonradan hatıra gelmişse veya vakit daralmış veya kaçırılan namazlar çok olur da tertib sahibi olmaktan çıkılmışsa, vakit namazı kılınır.
Mesela: Tertib sahibi olan kimse, her nasılsa uykuya dalıp o günün sabah namazını kılamamış olsa, bu sabah namazını o günkü öğle namazından önce kaza etmesi gerekir. Bunu hatırladığı halde onu kaza etmeksizin öğlen namazını kılsa, bu namaz İmam Muhammed'e göre bozulur. İmam Ebû Yusuf'a göre, farz olmaktan çıkar, nafile olur. İmamı Azam'a göre ise, muvakkat olarak sahih olur. Şöyle ki: Bundan sonra o sabah namazını kaza etmeden beş vakit namazı daha kılacak olsa, bu altı vaktin hepsi de sahih olmuş olur. Fakat böyle beş vakit namazını daha kılmadan o sabah namazını kaza ederse, arada kılmış olduğu vakit namazları fasid olup yeniden kılınmaları gerekir.
Yine böyle bir kimse, sabah namazını kaçırmış olduğu halde, bunu unutup öğle namazını kılacak olsa, bu öğle namazı sahih olur.
Ve yine bir kimse, kazaya kalmış olan yatsı namazını fecirden sonra hatırlamış olur da, vakit yalnız sabah namazını kılmaya müsait bulunursa, sabah namazını kılar, yatsı namazını daha önce kaza etmemesi, bu sabah namazının sıhhatine engel olmaz. Ancak kaza namazını hatırladığı halde, vakit namazını pek uzatıp da bu bakımdan vaktin daralmasına sebebiyet verilmiş olursa, o zaman vakit namazı caiz olmaz.
Kazaya kalmış namazlar (faiteler) birkaç tane olur da, vakit bunlardan yalnız bir kısmı ile vakit namazına müsait bulunsa, sahih olan görüşe göre, sırayı gözetme gereği düşer.
Yine bir kimsenin, vitirden başka altı vakitten çok veya altı vakit namazları kazaya kalmış olsa, bunları kaza etmeden vakit namazlarını kılması sahih olur. Çünkü bu durumda tertibe riayet edilmesinde güçlük vardır. Kazaya kalmış namazlar (faiteler), vitirden başka altı vakit olunca çok sayılır, altıdan az olunca da az sayılır.
(İmam Şafîî'ye göre, kazaya kalan namazlarla vakit namazları arasında sıra gözetilmesi şart değildir, müstahabdır.)
Bir kimse, bir günlük namazlarından birini kaçırmış olduğu halde, bunu bir türlü belirleyemezse, bir günlük namazını yeniden kılar. Çünkü böyle yapmakla kazaya kalan namaz, kesinlikle kılınmış olur; diğerleri de birer nafile olur.
İki, üç ve daha ziyade günlerde birer vakit namaz kaçırılmış olduğu halde, bunların hangi namazlar olduğu belirlenemeyince de, o kadar günün namazları yeniden kılınır.
Kazaya kalan namazlar bir çok olunca, bunların her birini belirleyerek niyet edilmesi gerekmez; çünkü bunda güçlük vardır. Onun için şöyle niyet edilmesi uygun olur: "ilk veya en son kazaya kalmış sabah veya öğle namazını kılmaya" diye kılınır.
Bir kimse, ne kadar namazı kazaya kaldığını bilmese, kuvvetli olan görüşüne göre hareket eder. Üzerinde kaza namazı kalmadığına kanaat getirinceye kadar kaza namazı kılar.
Bir kimse, bir namazı kılıp kılmadığında şüphelense, namazın vakti henüz çıkmamışsa onu yeniden kılar. Namazın vakti çıktıktan sonra şübhelense, bir şey yapması gerekmez. Çünkü farzın sebebi olan vakit çıkmıştır. Bir müslümanın namazını vaktinde kılmış olması ise bir asıldır.
Müslüman olmayanların yurdunda İslâm'ı kabul edip bilgisizliğinden dolayı namazlarını kılamamış olan bir kimse, sonradan İslâm yurduna gelip din görevlerini öğrense, önceki namazları kaza etmesi gerekmez. Fakat İslâm ülkesinde bulunup da ihtida eden (islamı kabul eden) kimse, bu hususta özürlü sayılmaz. İslâmı kabul ettiği tarihten itibaren namazlarını kılmakla yükümlü olur. Çünkü İslam yurdunda cehalet bir özür sayılmaz. Herkes din görevlerini ehlinden sorup öğrenebilir.
Bir kimse kaza namazını kılarken, cemaatle vakit namazına başlanacak olsa, namazını tamamlamadıkça cemaate katılmaz, ister tertib sahibi olmasın. [A.g.m. ve e., s. 180-182, md.ler: 284-294]