Halis ECE Hoca Efendi, 24 Kasım 2018 tarihinde vefât etmiştir. Karacaahmet Mezarlığı, 5.Ada kısmına defnedilmiştir. Cenâb-ı Hakk mekânını cennet eylesin. Geride kalanlarına da, sabr-ı cemîl ihsân eylesin.
Not: Siteye soru gönderme işlemi kaldırılmıştır. Arşiv niteliğindeki yazılarından ve soru-cevaplarından istifâde edilmesi temennîsiyle...
Halis ECE
“Sâlik”, lûgaten yolcu demektir.
Tasavvuf ıstılâhında ise, Allâh’a giden yolu tutana, seyr hâlinde bulunduğu sürece mürid ile müntehî (baştaki ile sondaki) arasındaki mutavassıta (ortadakine) sâlik denilir.
İlmi ve tasavvuru ile değil de, hâli ile mânevî makamlarda seyreden sâlik, bu halde iken aynü’l-yakîn nev‘inden ilimlere sahip olur. Sahip olduğu bu ilimler, onun, yolunu sapıtmasına sebep olabilecek herhangi bir şüpheye kapılmasına mâni olur.
Velhâsıl sâlik; menzil-i maksûda varmak azmi, gâyeye ulaşmak kararlılığı ile tasavvuf yoluna giren, bu yolun îcap ettirdiği hususları maddî ihtiyaçlardan önde tutan, bunu meslek edinen insandır.
“VELΔ KİME DENİR?
“Velî”, Arapça isim olarak sâhip, dost, yardımcı mânâlarına gelir.
Hukukî tâbir olarak ise velî, bazı muâmelelerde bir kimsenin diğerini temsil etmesi mânâsında kullanılır. Meselâ, bir çocuk veya kadının ister ana-babası, ister yakın akrabası, isterse vasîsi sıfatı ile işlerine bakan ve onun vaziyetinden mes‘ûl olan kimseye onun velîsi denilir.
Tasavvuf ıstılâhında ise “velî”; Allâh’ın sevgisine, himâyesine, mazhar olmuş, ona yakın olan zât demektir. Bir başka ifadeyle “velî”; Allah dostu, Allâh’ın hıfz u himâye ettiği kimsedir.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) Allah dostlarını tarif ederken şöyle buyurmuşlardır:
“Evliyaullah o kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah hatırlanır.” [Nesai, Sünen, Tefsir,180, Hadis no: 11235, 6, 362; Taberî, Câmiu’l-Beyan, Hadis no: 17723, 24, 25, 26, 6, 575; Hakîm-i Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, sh. 140; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 10, 78]
Evliyanın görülmesinde Allah’ı hatırlatan husus, giydikleri cübbe ve sarık veya beyaz sakalları değildir. Onların görülmesiyle Allah’ın hatırlanıyor olması, ruhanî kemâlâtları / olgunlukları ve üzerlerindeki ilahî tecellînin eserindendir.
Velî mefhûmu, Allâh’a nisbet edildiğinde, onun sıfatlarından birisini teşkil eder. Bu durumda velî, Allâh Teâlâ’ın, sevdiği sâlih kullarına dost olması demektir.
Velî lafzı, Kur’ân-ı Kerim’de on üç âyette Allâh’ın ismi olarak geçer. Bunlardan birinin meâli şöyledir:
“Yoksa onlar (inanmayanlar), Allah’tan başka dostlar mı edindiler? Halbuki dost, ancak Allah’tır.”(1)
Aynı mastardan meydana gelen “el-Mevlâ” kelimesi de, kendinden yardım umulan mânâsınadır. Gene Kur’ân-ı Kerim’de pek çok âyette Allâh’ın ismi olarak zikredilir. Meselâ bunlardan birkaçı meâlen şöyledir:
“Onlar yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı? Baksalar ya, kendilerinden öncekilerin âkıbeti (sonu) nasıl olmuş? Allah onları yere batırmış (köklerini kazımış)tır. Kâfirlere de onların benzeri vardır. Bu, Allâh’ın inananların mevlâsı (yardımcısı) olmasından dolaydır. Kâfirlere gelince, onların mevlâsı yoktur.”(2) “Eğer (imandan) yüz çevirirlerse (endişelenmeyin); biliniz ki, Allah sizin mevlânız (sâhibiniz)dır. O ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır!”(3)
Kezâ aynı mastardan meydana gelen “el-Vâlî” kelimesi de Kur’ân-ı Kerim’de Allâh’ın ismi olarak geçer:
“Onun (yani insanoğlunun), önünde ve arkasında Allâh’ın emriyle onu koruyan tâkipçi (melek)ler vardır. Muhakkak ki bir millet, kendilerindeki iyi hâli değiştirmedikçe, Allah da onlara verdiği nimeti değiştirmez. Allah bir millete kötülük dilerse, artık ona mâni olacak bir şey yoktur. Onların Allah’tan başka velîleri (koruyup himâye edenleri) de bulunmaz.”(4)
Velî tâbiri Kur’ân-ı Kerim’de, Allah’ın (c.c.) yanında Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz’e ve mü’minlere de nisbet edilerek, “Sizin velîniz (dostunuz) ancak Allah, onun Resûlü ve namaz kılan, zekât veren, rükû eden mü’minlerdir”(5) buyurulmuştur.
Velhâsıl “Velî” kelimesi, insana nisbet edildiği vakit, Allâh dostu olan kul mânâsına gelir. Cem‘îsi, evliyâ’dır, “evliyâlar” şeklinde kullanılması ise galattır.
Fahr-i Râzî (rh.) hazretleri Tefsir-i Kebir’de bu mevzu şöyle açıklanmaktadır:
“Veli”nin kim olduğu meselesini, hem Kur’ân, hem hadis, hem eser, hem de akıl gösterir. Bunun Kur’ân’dan delili, Hak Teâlâ’nın bu ayetteki
“Onlar iman edip, takvaya ermiş olanlardır” [Yunus suresi, 63] beyanıdır. ‘İman etmek” ifadesi, nazarî kuvvetin (tefekkür kuvvetinin) mükemmelliğine, “takvaya ermek” tabiri de amelî kuvvetin mükemmelliğine işarettir. Burada bir başka husus da, imanın, itikad ve amelin toplamına hamledilmesidir. Sonra biz “velî”yi, bütün bu hususlarda ittikâ sahibi olarak tavsif ederiz.
Takva, ilim hududunda olur ve o hududu aşar. Çünkü Allah’ın celâli, beşer aklının ihata edip kavrayamayacağı derecede yücedir. Binâenaleyh sıddîk, Allah Teâlâ’yı, celâl sıfatlarından bir sıfatla tavsif ettiğinde, Allah’ın kemâl ve celâlinin, kendisinin bildiğine münhasır olmasından tenzih eder. Yine o, Allah’a ibadet ettiğinde, Allah’ı, böylesi bir hizmet ve ibadete layık olmaktan tenzih eder. (Yani O’nun pek çok mükemmel tarzda yapılacak ibadetlere müstahak olduğunu düşünür.) Böylece o kimsenin devamlı olarak havf ve takva makamında olmuş olduğu sâbit olur.
İştikak ilminde, vâv, lâm ve yâ harflerinin terkiplerinin (velî) yakınlık manasına delâlet ettiği ortadadır. Dolayısıyla, herşeyin “velî”si, O’na yakın olan demektir. Allah’a mekân ve cihet bakımından yakın olmak imkânsızdır. O halde ona yaklaşmak, ancak insanın kalbi, Hak Teâlâ’yı bilmenin nûruna gark olduğunda olur. Bu kimse;
- Baktığında, Allah’ın kudretinin delillerini görür…
- Dinlediğinde Allah’ın ayetlerini dinler…
- Konuştuğunda, Allah’ı sena eder…
- Hareket ettiğinde, Allah’a kulluk ve hizmet için hareket eder…
- Çalışıp çabaladığında, Allah’a taat için çalışıp çabalar.
İşte bu şekilde manen, Allah’a son derece yaklaşmış olur. Bu şahıs, Allah’ın velîsidir. İnsan böyle olduğunda, Allah da onun dostu ve velîsi olur. Nitekim Hak Teâlâ, “Allah iman edenlerin velîsi (yardımcısı)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır” [Bakara suresi, 257] buyurmuştur. Vaziyetin böyle olması gerekir; çünkü yakınlık, ancak iki taraflı olur.”
“EVLİY” NE DEMEKTİR?
“Evliyâ”, dost mânâsına gelen velî kelimesinin cem‘îsidir, velîler demektir. Fakat bu kelime Türkçe’de müfred olarak velî mânâsında kullanılmakta; cem‘îsi içinse, sonuna “lar” çoğul eki ilave edilip, galat olarak “evliyâlar” şeklinde teleffuz edilmektedir.
Dînî mevzûlarda ise velî ve evliyâ, veliyyullah ve evliyâullâh’ın kısaltılmış şeklidir ve Allah dostu mânâsınadır.
“Evliyâ” kelimesi Kur’an-ı Kerim’de 34 yerde, âit zamirleriyle birlikte 44 yerde geçmektedir.
Bunlardan birisinin meâli şöyledir:
“Allah, inananların dostudur. Onları karanlıklardan kurtarıp aydınlığa çıkarır. İnkâr edip kâfir olanların dostu ise, şeytanlardır. Onları, aydınlıktan alıp karanlığa götürür. İşte bunlar, cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.”(6)
Evliyâ’nın yani velîler’in en mühim vasıfları müttakî olmalarıdır.
Müttakî ise, muhtelif âyetlerde beyan edildiğine üzere; kâmil mânâda inanan, namazını dosdoğru edâ eden, zekâtını noksansız veren, infâkını hem bollukta hem darlıkta yapan... Öfkesini yenen, insanları bağışlayan, tevbe ve istiğfâra devam eden, hatasında ısrâr etmeyen... Râbıta ve Zikrullah ile meşgul olan, geceleri ihyâ eden, ihsân sahibi ve her hak sahibine hakkını veren insandır.
Bir başka ifadeyle velîler, Allâh Teâlâ’nın hâs ve sevgili kullarıdır.
Yine Kur’ân-ı Kerim’de beyan buyurulduğuna göre; Cenâb-ı Hak ihsan sahiplerini, tevbe edenleri, temizlenenleri, sabredenleri, Allah yolunda cihâd edenleri, müttakîleri, Allâh’a tevekkül edenleri, âdil olanları, sözünde duranları sever.
Bu güzel ahlâkî meziyetlere sahip olanları seven Mevlâ-i zû’l-Celâl, aksi huylara sahip olanları ise sevmez.
Hâl böyle olunca zâlimler, günahkârlar, kendilerini beğenip böbürlenenler, hâinler, alenî günah işleyenler, müsrifler, şeytanın yoluna tâbi olanlar ve haddi aşanlar Allâh’ın velîleri değil, şeytânın dostları-velîleridir. Nitekim bir âyet-i kerimede buyurulmuştur ki:
“İman edenler, Allah yolunda mücâhede ederler. İnanmayanlar ise, bâtıl dâvalar ve şeytan yolunda savaşırlar. O halde şeytânın dostlarına (evliyâsına) karşı mücâdele edin. Şüphe yok ki şeytânın düzeni ve tuzağı zayıftır.”(7)
el-Hâsıl evliyâullah, Allâh Teâlâ’nın sâlih kullarıdır, dostlarıdır.
Peygamberler (aleyhimüssalevâtü vet teslîmât ve alâ nebiyyinâ hâssa) mûcize sahibi oldukları gibi, Allah dostları da kerâmet sahibidirler. Ancak onlar, peygamberlerin mûcize göstermeliri gibi keramet göstermekle yükümlü değillerdir. Hatta evliyaullahın büyükleri, afâkî kerametlerden daima kaçınmışlar, ne büyük kerametin Allah yolunda hizmet ve kulların kalbine nûr-i ilahiyi, feyz-i Muhammedî'yi aşılamak olduğunu bildirmişlerdir.
Cenâb-ı Hak onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
“İyi bilin ki, Allâh’ın dostlarına (velî kullarına) korku yoktur ve onlar üzülmeyecekler de. Onlar, iman etmiş ve takvâ sahibi olmuşlardır. Onlar için dünya hayatında da âhirette de müjde vardır. Allâh’ın sözlerinde aslâ değişme yoktur. (O, verdiği sözü mutlaka yerine getirir.) İşte bu, büyük kurtuluştur.”(8)
DİPNOTLAR
(1) Kur’ân-ı Kerim, Şûrâ sûresi, 42/9.
(2) Kur’ân-ı Kerim, Muhammed sûresi, 37/10-11.
(3) Kur’ân-ı Kerim, Enfâl sûresi, 8/40.
(4) Kur’ân-ı Kerim, Ra‘d sûresi, 13/11.
(5) Kur’ân-ı Kerim, Mâide sûresi, 5/55.
(6) Kur’ân-ı Kerim, Bakara sûresi, 2/257.
(7) Kur’ân-ı Kerim, Nisâ sûresi, 4/76.
(8) Kur’ân-ı Kerim, Yûnus sûresi, 10/62-63-64.